Prens Dimitri Cantemir
MAKALELER

PRENS DIMITRIE CANTEMIR (1673-1723)

(yazan Namık Sinan Turan)

Dimitrie Cantemir Osmanlı mülki-idari sistemi içinde imtiyazlı eyaletler olarak sınıflandırılan Boğdan’ın Voyvodası Constantin Cantemir’in oğlu olarak 1673 tarihinde Silişteni’de doğdu. Kökleri mütevazı bir köylü ailesine uzanan babasının 1685’te Boğdan boyarları tarafından Voyvoda seçilmesiyle Cantemir’in yaşamında yeni bir dönem başladı. Rahip Yeremiye Kakavelas’dan Yunanca ve Latince öğrenen genç Cantemir, felsefe ve edebiyat konularında kendisini yetiştirerek devrinin entelejansiyası arasına girdi. İlk siyasi girişimi tıpkı sonuncusunda olduğu gibi başarısızlığa uğrayınca yaşamının uzunca bir bölümünü geçireceği İstanbul’a geldi. 1710 yılına kadar yaşadığı bu kentte saray okulu Enderun’un yanısıra Rum Patrikhanesinde eğitimini sürdürdü. Bu dönemde geniş bir çevre edindiği anlaşılan Cantemir’in yararlandığı hocalar arasında felsefeci ve coğrafyacı Artalı Meletius, Arapça öğretmeni Nefioğlu, matematik ve Türkçe öğretmeni Yanyalı Esad Efendi ilk akla gelenlerdir. Dil konusunda son derece yetenekli olduğu bilinen Cantemir bir yandan Doğu dillerini öğrenirken diğer yandan Kemani Ahmet Efendi’den Doğu müziğinin inceliklerini öğrendi. Böylelikle kısa sürede İstanbul’da devlet ricali ve sanat çevrelerinin vazgeçilmez isimlerinden oldu. 1697’de Boğdan birlikleriyle Osmanlı saflarında Zenta savaşına katılan Prens Cantemir 1710’de Ruslarla başlayan savaş sırasında Boğdan voyvodalığına getirildi. Voyvodalığı sırasında siyasi şartları henüz olgunlaşmamış bir rüyanın peşinden giderek Rusya ile işbirliği yapması ve hayallerinin 1711’de Prut’ta sönmesi hayatının son perdesinde yaşadığı dramatik olayların başlangıcı oldu. 21 Ağustos 1723’te öldüğünde arkasında dönemin öznel koşullarında biçimlenmiş siyasi bir kimliğin ötesinde kültür adamı yönü ağır basan bir şöhret bırakmıştı.

Ancak onu farklı kılan yönü kaleme aldığı eserleriyle Avrupa’da Doğu hakkındaki bilgilere katkı sağlamasıydı. Unutmamak gerekir ki onun yazdığı Osmanlı tarihi Paul Rycaut’un 1668’de Londra’da basılan çalışmasından sonra Doğuya dair en geniş okuyucu kitlesine ulaşan ikinci eserdi. Ortaçağ Latince’siyle kaleme alınan eser Osmanlı devleti hakkındaki ilk sistemli denemeydi. Osmanlı tarihine dair yapıtı Incrementa atque decrementa Aulae ot homanicaet’de tarih felsefesine yeni bir yaklaşım getirmiş ve devletlerin tabiattaki diğer varlıkların akıbetiyle aynı akıbete sahip olduklarına dikkat çekmiştir. Böylelikle devletlerin bir yükselme ve düşme dönemi yaşadıklarını ileri sürmüştür. Prens Cantemir bir Şarkiyatçı olarak yaptığı katkılardan dolayı 11 Temmuz 1714 tarihinde Berlin Bilimler Akademisine seçildiği gibi üyelik beratında “İstanbul’da yirmi iki yıl kalarak, Doğu dillerini öğrenmiş, Türklerin stiline uygun şiir yazmış, musiki bestelemiş ve Sultan, vezir ve yüksek rütbelilerin sevgisini kazanmıştır” ifadelerine yer verilmişti.

Tarihçi Cantemir’i kültür adamı olarak besleyen bir diğer yönü Doğu müziğine olan düşkünlüğü ve bu konuda ortaya koyduğu çalışmalardır. Ernest Gerber’in 1790’da basılan Historisch-biographische der Tonkünstler adlı müzik sözlüğünde adından söz ediliyor olması onun müzik üzerine yazdığı eserlerin önemine işaret etmektedir. Müziğe olan yeteneğini boş zamanlarında flütle Boğdan halk şarkıları çalan babası Constantin’den almıştı. Benzer şekilde müzik sevgisi Dimitri’nin çocuklarına da geçmişti. Büyük kızı Maria klavsen çalıyordu. Oğlu Antioche ise Moskova’da ses getirmiş bazı şarkıların yaratıcısıydı. Çağın ünlü bestecileriyle tanışmış olduğu gibi Londra Operasının Francesco Bertolli adındaki şarkıcısıyla evlilik planları yapmıştı.

Bugünkü bilgilerimize göre müziğin temel kavramlarını öğrendiği ilk ustası aynı zamanda bir besteci olan Giritli Cacavelas idi. Müzik yeteneği yalnızca hocalarının değil, tanıştığı kimselerin de dikkatinden kaçmamaktaydı. Nitekim Polonya elçisi Raphael Leszczynski Yaş’ı ziyaret ettiğinde genç Cantemir’in müzik yeteneğini fark etmişti. İstanbul’da Kemani Ahmet’in nezaretinde on beş yıl Doğu müziği üzerine çalışmış olması bu konudaki ilgisinin düzeyini ortaya koymaktaydı. Bunun yanısıra dönemin tanınmış bestekarı ve tanburi Anjeliki’den tanbur dersleri almıştı.

Cantemir yirmi iki peşrev, on bir saz semai, iki aksak semai ve bir beste olmak üzere otuz altı esere imza atmıştı. Sultan II. Ahmet kendisini Boğdan’ın başına getirdiğinde Sultana ithafen Neva makamında bir semai bestelediği ve bunun sonucunda çeşitli hediyelerle ödüllendirildiği bilinmektedir. Cantemir’e atfedilen eserler arasında Galata Mevlevi dervişlerince icra edilen ve zamanında çok tartışma yaratmış olan bir ayin de bulunmaktadır. Toderini bu eserin Cantemir tarafından eski Türk edebiyatının etkisinde, Babıali’deki Fransız elçisi M. Ferriol’de bulunan örneklere uygun olarak ve Avrupa nota sistemine göre yazıldığını belirtir. Mevlevi ayininin Cantemir’e ait olduğunu düşünen bir diğer müzikolog Georges Brezaul ise eserin kimi yerlerinde tespit ettiği Boğdan ezgilerinden yola çıkarak bu sonuca varmıştır. Aynı yazara göre Mevlevi ayini Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operasındaki Sarayın Kıskançlığı balesinin müziğini etkilemiştir. “Mozart, Mevlevi ayinini, bu töreni tarihe aktarmış olan F.J. Sulzer’den tanımışa benzemektedir. Bu görüş, başka Romen müzik tarihçilerince de paylaşılmaktadır. Gerçekte De Ferriol bu bestenin müzikte çok usta olan ve bu sanatın temelini kurmuş bulunan Sieur Chabert’in olduğunu kabul ediyordu.” Aslında söz konusu iddia uzak bir ihtimal değildi. Doğu kültürüne karşı ilgisi olduğu bilinen De Ferriol, müzisyen Chabert’den bu derviş ayinini notaya geçirmesini rica etmişti. Aynı şekilde ressam Vanmour’dan bugün Amsterdam Ulusal Müzesinde sergilenmekte olan tabloyu yapmasını istemişti. De Ferrior’u tanıyan, İstanbul’daki Fransız elçiliğiyle ilişkileri bulunan, aynı zamanda Doğu müziğine dair derin bilgisi olan Cantemir’in Chabert’e yardım etmiş olması mümkündü.

Cantemir’in kuramsal uğraş alanı dışında müziği eğitimci olarak ele alışı Osmanlı’da hocadan çırağa aktarıma dayanan geleneğe bağlılık açısından önem taşımaktadır. Öğrencileri arasında imparatorluğun baş defterdarı Davul İsmail Efendi ve haznedarı Latif Çelebinin yanısıra dostları arasında yer alan Rum beylerinden Ralaki Eupragiotes, Türklerden Taşçıoğlu, Sinik Mehmet ve Bardakçı Mehmet Çelebi gibi yetenekli gençler bulunmaktaydı. Batı müziğine karşı ilgisinin olmadığı anlaşılan Cantemir tarihinde Türk musikisinde kelimelerin vezni ve nisbetini Avrupa musikisinden daha mükemmel olduğunu ileri sürüyordu. Bu düşünceden ilhamla ve yakın dostlarının yönlendirmesiyle olsa gerek Türk müziğine dair bir nazariyat kitabı kaleme almıştır.

1700 yılı civarında yazılan ve Cantemiroğlu Edvarı olarak bilinen eserinin tam adı Kitabü İlmi’l musiki ala vechi’l hurufat olup Sultan II. Ahmet’e ithaf edilmişti. Eser başlıca iki bölümden oluşuyordu. Türk müziğinde makam, perde ve usul gibi teknik bilgileri içeren ilk bölümün yanında ikinci bölüm kırk sekiz makamdan 16. ve 17. yüzyıllarda bestelenmiş 315 peşrev ve 40 kadar saz semai ile birkaç bestenin notasını içeriyordu. Türk müziğinde standart saz kabul edilen tanbur esas alınarak nazari ilkelerin ana dizi üzerinde özetlendiği eser, varolan teorik yapıya yeni nazari esaslar ilave etmesi yönüyle bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Cantemir’in “kavl-i cedid” ya da “kavl-i hakir” diye adlandırdığı deneyci metoda dayanan teorisi geleneksel teoriyle çatışıyordu. Popescu-Judetz’e göre yeni teori, Ortaçağ müzik otoritelerince sistemleştirilen soyut nitelikteki eski teoriye karşı çıkıştı. Konuların genel ve özel olarak mantıki bir sınıflandırmaya göre ele alındığı çalışma yöntem olarak iki yönlü bir kıyası esas alıyordu. Lengüistik kıyas yoluyla müzik unsurlarıyla dil unsurları karşılaştırılırken, diğer bir yöntemle tıp biliminde olduğu gibi anatomik parçalara ayırarak kıyaslama yapılmaktaydı. Cantemir bu yönüyle kendisinden önce nazariye üzerine çalışan Mahmud b. Abdülaziz, Seydi ve Bedr-i Dilşad gibi isimlerden ayrılıyordu. Selefleri İslam müzik geleneğinin bir devamı olarak Osmanlı müziğini değerlendirmişler ve teorilerini bu anlayış üzerine inşa etmişlerdi. Oysa Cantemir, çalışmasında başlı başına bir okul olan Osmanlı müziği üzerine eğilmekteydi. Ayrıca geliştirdiği nota sistemiyle bir çok eseri kaydederek zamanın girdabında kaybolmalarını önlemişti.

Kitabü İlmi’l musiki ala vechi’l hurufat’ın Osmanlı müzik çevrelerinde ilgi uyandırdığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte geliştirdiği nota sisteminin bestekarlarca rağbet görmediği bilinir. Osmanlı Tarihi’nde Edvar’ından bahsederken “eserimin, musiki öğrenmek isteyen Türkler tarafından, her zaman rağbet gördüğünü işitiyorum” demesine rağmen, Rahip Gian Battista Toderini, Letteratura turchesca adlı eserinde, İstanbul’da ikamet ettiği sıralarda kitabın nüshasının bulunmasının son derece zor olduğunu belirtir. Aynı yazara göre Türk müziğinin nazariyesi zor olduğundan Türkler Cantemir notasını kullanmamış eski usullerle beste yapmayı sürdürmüşlerdir. Ancak bunun dışında kalan müzisyenlerin olduğu bilinmektedir. Örneğin Galata Mevlevi dervişlerinin şeyhi olup Tahkik ve Tetkik, Tahririye gibi çalışmalara imza atan Abdülbaki Dede, Cantemir’in kullandığı harflerden biçim yönünden ayrılan otuz sekiz im kullanmıştı ki, izlediği yöntem Boğdan Prensinin harflere verdiği değerlerle özdeşti. Cioranesco’nun konuyla ilgili kapsamlı araştırmasında ortaya koyduğu üzere tüm tartışmalar bir yana “Cantemir, çağının müzikçilerini uğraştıran ve 1691’de Werckmeister’in düzenlenmiş ses dizgesi ve Johann Sebastian Bach’ın Werckmeister’i doğrulayan iyi uyarlanmış klavseni bulmasıyla çözüme kavuşan süre ve aralıklar konusunda müzik kuramına oldukça önemli bir katkıda bulundu.” Çalışmasının sonraki dönemde müzikologlar arasında bu denli ilgiye mazhar olmasının arkasında bu neden yatmaktaydı.

Cantemir’in müzikle olan bağı siyasi başarısızlıklarla darbe alan yaşamının sonuna kadar sürmüştür. Kırımlı Molla Hacı Abdulgaffar’ın yazdığı 1743 tarihli bir vakayinamede yer aldığına göre Prut yenilgisi sonrasında Rusya’ya sığınırken dahi kendisine ait olan segah bir besteyi çaldırmakta ve ağlamaktaymış. Cantemir Çar Petro’nun hizmetinde bulunduğu dönemde müzik uğraşısını sürdürmüştü. Müziğe tutkun olduğu ve kilise ilahileri söylemekten hoşlandığı bilinen Petro, seferleri sırasında yaklaşık yirmi kişiden oluşan bir koroyu beraberinde götürmekteydi. Kendisi uzmanlaşmaları ve iyi yetişmeleri için yurt dışına sıklıkla öğrenci gönderiyordu. Bu noktada Slavonik hakkındaki geniş bilgisi, Yunan dili ve müziği üzerine hakimiyeti Cantemir’in Bizans ayinlerinin Rus Ortodoks kilisesi için tercüme edilmesinde önemli rol oynamasını sağlamıştı. Bunun yanında ses aralıklarını doğru biçimde verebilecek nitelikte ve İslam müzik nazariyatçılarınca geliştirilen mikyas-ı savta (monokord) benzeyen bir alet tasarlamıştı. Kimi kaynaklarda yaşamının bu döneminde Türk müziğine dair bir eser daha kaleme aldığı; ancak bunun Hazar denizindeki bir kazada battığı ileri sürülse de konuya dair sağlam bir tarihi kaynak bulunmamaktadır.